26 Şubat 2012 Pazar

İran'da canlı müzik ve bira

İran'a daha önce gitmiş bir arkadaşım, Şiraz'da geleneksel müzik dinleyerek yemek yiyebileceğimiz restoranlar olduğunu söylemişti. Başka şehirlerde var mıdır, varsa da nerededir, diye aramadan Şiraz'a sakladık bu keyfi. 


Kapalı çarşının hemen yanındaki ara sokaktan girince sağda Sharzeh Restoran'ı bulduk tavsiye üzerine. İki katlı bu restoranda alt katta bir grup yöresel türküleri icra ediyordu. Alt katta aileler için daha büyük masalar, üst katta da daha çok kız kıza ya da erkek erkeğe gelmiş gençler oturup yemek yiyordu. 

Burada unutulmaması gereken nokta, İran'da kadınların şarkı söyleyemediği. O yüzden kadınlar şarkılara eşlik edemez ve tabii ki oynayamaz böyle bir ortamda. Yan masamızda üç genç kadın var. Gülüşüp hafiften omuzlarını oynatıyorlar. Bakışıp, gülüşüyoruz. Sonra ben de göz göze geldiğimizde hafiften, çaktırmadan omuzlarımı oynatıyorum. Tüm eğlencemiz bu kadar. Elazığ türkülerine benzeyen bu türkülerle coşasım var ama yeri değil. 

İyice keyiflenince üstüne birer de bira içelim diyoruz. İran'da birçok bira markası var ve çok seviliyor. Ama tabii ki alkolsüz bira. Birçok çeşidi var. Limonlu, kavunlu, çilekli, portakallı, muzlu,... Daha önce Kashan'da kavunlusunu denediğimizde az daha kustuğumuz için en tanıdık gelenden ısmarlıyoruz. 


Yemekler her zamanki gibi tek kişinin bitiremeyeceği kadar büyük porsiyonlarda geliyor. Benimkinin adını not almamışım. Antrikota sarılı köfte şiş gibi bir şey. Çok lezzetli. Tabii ki yanında kocaman pilavla birlikte. Francesco her zamanki gibi cüce kebap, yani piliç şiş yiyor. 

Bir yandan ailelere bakıyoruz. 10-20 kişilik masalar. Yaşlısından gencine tüm aile bir masanın çevresinde. Kadınlar, bilhassa yaşlı olanlar yabancıları göz hapsine alıyor. Onlardan gözümüzü kaçırıyoruz. Oynayanlar sadece erkek çocuklar. Bu herkesin kazık gibi oturduğu ortamda çocukların oynamaya bu denli teşvik edilmesi garip geliyor. 

Az sonra önce yan masadaki kızlara, sonra bize hesap geliyor. Malum omuzlarımızı oynatıp sessizce gülüşerek ortamı bozuyoruz. Şarkılara eşlik etsem ne olurdu diye merak ederek, neşe içinde çıkıyoruz. Yeter o kadar zaten. 

Sessizlik Kuleleri

Ne zamandır sessizlik kulelerinden bahsetmek istiyorum ama hem işten güçten, hem de hakkını vererek yazamayacağım korkusundan kaçıyorum. Daha da ertelersem kendim unutacağım. En iyisi bir yerden başlamak. 



İran'da dahme olarak anılan sessizlik kulelerine ne desem bilemiyorum. Zerdüşt mezarı demek ne kadar doğru, emin değilim, çünkü mezarda meftayı gömüp üstüne toprak atarlar. 



Dahme, coğrafi koşullardan kaynaklanan bir yöntem. Çölde yeri kazıp ölüyü gömmek çok zor. Hele kışları toprak donunca bu iyice imkansızlaşıyormuş. Bu yüzden şehirlerin dışına yüksek kuleler inşa edilmiş. Ölüler bu kulelere çıkartılır, kulenin üzerindeki yuvarlak platformda akbabalara bırakılırmış. Akbabalar ölülerin etlerini yedikten sonra kalan kemikleri, alanın ortasındaki derin boşluklara süpürülür ve limon esaslı bir asitte eritilirmiş.  

Rehberin anlattığına göre, akbabaların midesindeki salgıların mikropları yok ettiğini düşünüyorlar. Böylece o sıcakta ölülerin çevreye hastalık yayması engellenmiş oluyormuş. 


Sessizlik kulelerinde iki tane bekçi ve bir köpek olurmuş. Cenaze alayı kuleye çıkıp ölüyü bir odaya bırakırmış. O odada ölü bir süre bekletildikten sonra göğsünün üzerine bir ekmek bırakılırmış. Özel olarak yetiştirilmiş köpek, o ölünün göğsündeki ekmeği yerse, adam gerçekten ölmüş sayılırmış. O zaman da o bekçiler ölüyü platforma çekip akbabalara bırakırlarmış. 

Kulelerin aşağısında ise yukarıda görünen gibi yapılar var. Bunların bir kısmı hamam. O sıcakta cenaze taşıyanların yıkanıp şehre mikrop taşımamaları için. 

1979'daki devrimden sonra sessizlik kulelerinin kullanılması yasaklanmış. Artık Zerdüştler de bizim bildiğimiz mezarlara gömülüyor. Yukarıdaki fotoğrafları çektiğim Yezd'deki dahmelerin hemen karşısında Zerdüşt mezarlığı var. Zaten bu dahmenin son bekçilerinden biri de şimdi bu mezarlara bekçilik ediyor. 




20 Şubat 2012 Pazartesi

Bu Cumartesi Pierre Loti

Bu Cumartesi havayı da güzel bulunca bir arkadaşımla Pierre Loti'ye gidelim dedik. Aslında dışarı çıkarken plan bu değildi. Bir anda kendimizi orada bulduk, desem daha doğru gibi. 

İSPARK'a bir ton para bayılmamak için mezarların arasında daldığımız doğrudur. İyi de yapmışız çünkü güzel bir yer bulup park ettik. Arabadan iner inmezse garip bir mezar taşıyla karşılaştık. İnsanların öldükten sonra kendi ölümleriyle ibret dersi vermeye devam etmek istemeleri garip değil mi?



Karşısındaki duvarda da bu pisicik vardı. Aslında mezarlığa dalsam bi ton mezar + pisi fotoğrafı çekerdim. Bunu kaç kişi yapmıştır kim bilir...




İlk defa Pierre Loti - Eyüp teleferiğine bindim bir de. Onu ayrıca yazacağım.