22 Aralık 2011 Perşembe

Beyrut ve Kapı Numaraları

Arapça rakamları öğrenmek için kapı numaralarına baktım hep. Bir ara öğrenir gibi de olmuştum aslında. Ama birkaç ay sonra İran'a gittiğimde 0, 1, 5 ve 9 haricindeki rakamları hatırlayamadığımı fark ettim. Öğrenme güçlüğü var bende herhalde. 




21 Aralık 2011 Çarşamba

I see dead people...


Her yerdeler. Binaların dış cephelerinde, metro istasyonlarında, camilerde, sokak lambalarında, otobüs garlarında, köprülerde... Ölmeden önce birlikte fotoğraf çektirmeye fırsat bulamayanların vesikalıkları var. Bazılarınınsa resimlerini çizmişler. Yaşlısı, genci, çocuğu... 

İran-Irak savaşında savaşıp ölenler her yerden sana bakıyorlar. Ölü olduklarını bile bilmiyorlar. 





Almanya, Halepçe


Tahran'da, ABD Büyükelçiliği'nin az ilerisinde, halen faal olan Almanya Büyükelçiliği var. Almanya'nın Halepçe katliamındaki rolünün İran halkınca hiçbir zaman unutulmayacağını yazan bu plaket pırıl pırıl parlıyor karşısında. 

ABD'nin Tahran Büyükelçiliği


Tahran'da bir müzeyi ararken yolun kenarında üzerinde resimler olan bu duvarları fark ettik. Yol yorgunu olduğumuzdan da Lonely Planet'i çıkarıp da binanın ne olduğuna bakmadık başta. Hatta açık olan kapıdan girip görevlilere bahçeyi ve binayı da çekip çekemeyeceğimizi bile sorduk. Adamcağızlar bizi sakince deh dehlediler. 

Tam bunun üstüne amblemi gördüm. Hep duyduğumuz, ABD'nin Tahran Büyükelçiliği binasıymış meğer. Duvarlarının fotoğraflarının çekilmesine bile izin vermediklerini söylemişlerdi bize. İyi ki nerede olduğumuzu fark etmemişiz. 

Bu büyükelçilik binasının tarihteki önemi için wikipedia'ya bakın. 







20 Aralık 2011 Salı

Çek Çek - Gördüğüm ilk Zerdüşt tapınağı


Çek Çek, hayatımda gördüğüm ilk Zerdüşt tapınağı. Yezd'den bir saate yakın bir araba yolculuğuyla ulaşılabiliyor. Çölün ortasında bir dağda olması nedeniyle araba ancak belirli bir yere kadar çıkabiliyor aslında. Ondan sonrasını dimdik tırmanmak zorundasın ki kalp krizi geçirmeye bu kadar yaklaştığımı hatırlamıyorum. 10-15 katlı bir bina yüksekliğindeki bu yere beton merdivenlerle tırmandıktan sonra, kocaman iki kanatlı bir bronz kapıdan giriyorsun tapınağa. 



Tapınak aslında ufak bir mağara. Duvarlarında su sızıyor ki zaten tapınağın adı da buradan geliyor. Çünkü Farsçada "çek çek", bizdeki "şıp şıp", yani su damlama sesi.

Çek Çek, Zerdüşt tapınakları arasında en önemlilerinden biriymiş. Yanlış hatırlamıyorsam Haziran ayında özel törenler düzenlenir, dünyanın her yerinden Zerdüştler Çek Çek'e hacca gelirlermiş. 

Tapınağın hikayesine gelince. Müslüman Arapların saldırısıyla İran Müslüman olmadan önceki son Zerdüşt imparator, yani son Sasani İmparatoru ve ailesi, Müslümanlara yenileceğini anladığında birbirlerinden ayrılıp farklı farklı yerlere kaçmışlar. İmparatorun kızı Nikbanu da bu yöne kaçmış ve bu dağa çıkarken dağ yarılıp kızı içine saklamış. O yüzden çölün ortasındaki bu dağın bu mağarasında şıp şıp su sızdığını ve o suyun dağın gözyaşları olduğunu anlatıyorlar. Dağın gözyaşları da, bugün hala alttaki resimdeki beyaz plastik leğenlere damlıyor. 



Bizi gezdiren rehbere göre ise bu aslında inanılmak istenen hikaye. Dağın başına bu ateş tapınağının yapılmasının nedeni, Zerdüştlerin çevrelerinde Müslümanlar olmadan rahatça ibadet etmek istemeleri. 

Ateşin sönmemesi esas. Bu tapınaktaki ateşin de bin küsur yıldır devam ettirildiği söyleniyor. Üst fotoğraftaki soldaki üçlü ateş, bu yıllardır devam eden ateşmiş. 


Vat dı?

Tek bir fotoğrafla günümüzdeki İran'ı anlatmam istenseydi (ki neden istesinler böyle bir şey, bilmiyorum), bu fotoğrafı kullanırdım.

Bu fotoğraf, İran'ın ortasındaki Yezd'de bir kasap dükkanına ait. Tarife gerek yok aslında. Yine de tavandaki kullanılmayan avizeyi ve iki yanında yanan tasarruflu ampulleri, öndeki soğutmalı buzdolabı boş durmasına rağmen açıkta duran etleri, yerdeki biri soyulmuş, diğeri soyulmamış iki inek ayağını (ki bunun da doğrusu "toynak" tabii), hemen yanında yerde tepside duran ciğeri, dükkanın iç duvarını kaplayan kırmızı fayansları ve pembe tavanı, arkadaki buzdolabının üstündeki deve biblosunu, önlüksüz de gayet rahat çalışabilen kasap beyefendiyi, yerlere fışkırmış ve öylece bırakılmış kanı ve tabii ki dolabın üstündeki oyuncak kaplanı atlamanızı istemem. 
  

İran ve internet

İran'daki internet cafelere "Cafenet" deniyor genelde. Oldukça yaygınlar. Fiyatları da Türkiye'deki fiyatlara nazaran ucuz. 

Bir Cafenet'e ilk girip oturduğunda Facebook, Friendfeed, Twitter, Couchsurfing, Blogspot,... gibi hiçbir siteye giremediğini fark ediyorsun ve dehşete kapılıyorsun. İyi madem, e-postalarıma bakar çıkarım, diye düşünürken başka masalardakilerin ekranlarına kayıyor gözün. E onlar girebiliyor Facebook'a?

Cafenet'te çalışan birine Facebook açmak istediğini söyleyince gelip bilgisayarının vpn ile bağlanıp, Almanya vb. üzerinden internete çıkmasını sağlıyor. O yüzden kullanıcının son giriş yaptığını gösteren Couchsurfing gibi sitelerde İranlı arkadaşlarınızın son giriş yaptıkları yerleri dikkate almayın derim. Almanya'da, ABD'de vb. görünebiliyorsun çünkü. 

E bir de müşterilerin normal bağlantıyla ulaşamadıkları internet sitelerinde geçirdikleri zamanlarda kendilerini rahat hissetmelerini sağlamak lazım. Bunun da yolunu bulmuşlar çok şükür. Aşağıdaki fotoğraf, Yezd'deki bir Cafenet'ten. 


İran'ın şekerleri ve çay


İran'da çayın yanında farklı şekillerde şekerler sunuluyor. Genelde de çayı kıtlama içiyorlar. 

Üstteki fotoğraftaki sarı, yuvarlak olan şekerin adı "pulaki". İsfahan'a özgü bir şeker. İnce karamelden pul şeklinde. Sadesi olduğu gibi hindistan cevizlisi, susamlısı da var. Tadı çok ama çok güzel. Yukarıdaki kasedekinin tamamını çıtır çıtır yedim, oradan biliyorum. O kadar ince ve zarif ki, taşımaya pek uygun değildi. Keşke yanıma biraz alabilseydim. 



Yanındaki ise kesme şeker. Kalıplardan büyük bıçaklarla kesiliyormuş. Bizdeki gibi küp şeklinde değil. Küp şekere nazaran kıtlamaya daha uygun, daha sert. 

İsfahan'da çayı ılık içmek adettenmiş bir de. Çayı bir kısmını çay tabağına döküp, sonra çay tabağından yudumluyorsun. Bana pek cazip görünmedi. Nasıl içildiğinin fotoğrafını çekmek istedim ama karşımdaki adamların suratına bakarak fotoğraf çekemeyecek kadar utangaç, uzakta olup da beni göremeyecek adamları çekmek için gerekli lensi alamayacak kadar da fakirim. Ahaha. Artık aşağıdaki fotoğrafla idare edeceksiniz. 


İran'ın en çok bilinen şekeriyse nabat. Sadesi ve safranlısı var. Her ne kadar artık safranlısının yerine boyalısı var, anladığım kadarıyla; çünkü en ucuz çay bahçelerinde bile sarı nabat ikram ediyorlar. 



O kadar çayhane olmasına rağmen sallama çay ikram ediliyor genelde. Ahmad Tea her yerde. Ancak çok çok ucuz yerlerde demleme çay bulunabiliyor. Şehirler arası otobüs terminallerinde, çok kenar mahallelerde demleme çay içebildim. 

Urumiye'de bir çayhane

Urumiye hakkında daha sonra uzun uzun yazacağım. Ama bu çayhaneyi paylaşayım istedim. 

İran'da gittiğimiz ilk çayhane burası. Çayhane kültürünün bu kadar yoğun olduğu bir  ülkeye yaptığımız gezimiz için önemli bir adım yani. 

Urumiye'deki kapalı çarşının ana çıkışının karşısından bir ara sokağa girerek varıyorsun. Bulması çok kolay aslında çünkü şehrin ana caddesindeki apartmanlardan birinin duvarına çizilmiş Humeyni resminin hemen karşısında. 


Çayhanenin adı var mı, varsa ne bilmiyorum. Ama İran'daki ilk çayımı orada içtim. 

Aşağıdaki fotoğraftaki amca da oranın sahibi. Arkasındaki fotoğraflardan birisi kendi babası, diğeri de Hamaney. 



Karpuz ve kavun suyu



İran'da taze sıkma meyve suyu satan dükkanlar çok yaygın. Nar, portakal, elma... ve tabii ki karpuz ve kavun suyu. Kocaman bir bardağı yarım dolar bile değil. Gezimizin öğle yemeklerini ben kavun suyu, yol arkadaşım ise karpuz suyu içerek geçiştirmiştik. Hızımı alamayıp günde üç bardak kavun suyu içtiğim de oldu ama neyse. 

Zaten bu kavun sularında kullanılan kavunların şekli de farklı. Daha yuvarlak, içi turuncuya çalan kavunlardan yapıyorlar kavun suyunu. Delicesine lezzetliydi. 

Olsa da içsem. 


İran siestası


Fotoğraftaki adam dilenci değil, dükkan sahibi. İran'da dükkanlar öğleden sonra 2:30 gibi kapanıyor. 5'te yeniden açılıp gece 12'ye kadar açık kalıyor. Öyle olunca da aradaki sürede yollarda, parklarda kısa uykulara dalıyor birçok insan. Zaten İran'da bize nazaran daha çok park var. İnsanlar da parklarda bolca vakit geçiriyorlar. Yer yaygısı ve asgaride çay malzemesiyle bisküvi içeren piknik sepeti her arabanın bagajının vazgeçilmezi. Şiraz'da buna bir de küçük çadır ekleniyor. Ara dinlenme süresinde evine gidemeyen veya eve gitmeyi tercih etmeyen, parklarda uyuyor ya da çay içiyor. 

Yaptırımların ağırlığından olsa gerek, dükkanlar kapanana kadar kadınlar tek başına, gruplar halinde ya da aileleriyle rahat rahat alışveriş yapabiliyorlar. Bu büyük şehirlerde de, küçük şehirlerde de böyle. Üstelik sadece dükkanları da kapsamıyor bu durum. Camiler de, çayhaneler de geç saatlere kadar açık. Hem erkekler, hem de kadınlar için. 


19 Aralık 2011 Pazartesi

İran'ın kapıları


Eylül'ün son haftası ve Ekim'in ilk haftası yol arkadaşımla İran'daydık. Urumiye, Tahran, Kaşan, İsfahan, Şiraz ve Yezd rotasını izledik. Döndüğümden beri fotoğrafları düzeltmek için pek fırsat bulamamıştım. Blogu açtığıma göre, artık yavaş yavaş eklerim fotoğrafları ve kısa öykülerini. 

İran'da kapılara ve kapılardaki tokmaklara takıldım ben. Kapı tokmakları bile erkek ve kadın için ayrı. Kadınsan, üstteki fotoğrafta sağda görünen ve sesi daha tiz olan tokmağı kullanmalısın kapıyı çalarken. Erkekler için olan soldaki tokmağın sesi ise daha tok. Hangisi kadın, hangisi erkek içindi diye şaşırmıyorsun da. Şekilden gayet anlaşılıyor. 













Martin Lubenov Orkestar


Yıllardır bu adamı ve orkestrasını bekliyorum. İlk 2007'de dinlemiştim Dui Droma albümünü. Zaten de bugüne kadar çıkarttığı tek albüm bu. İnternetlerden bakıyorum ki 2004'te çıkarmış onu da. 

15 Aralık 2011'de Fulya Sanat'taydı konser. Sanırım yeterince tanıtımı yapılmadığından toplamda 70 kişi anca vardı. Onların da büyük bir kısımı, 60 yaş civarındaydı. Beraber gittiğim Tekirdağlı arkadaşımla biz ise oynamaya gayet hazırdık. 

Meğerse Martin Lubenov iyiden iyiye caza  kaymış. Dui Droma albümündeki Bulgar oyun havaları, yerine Bulgar etnik cazına bırakmış. Üstelik grup kadrosu da değişmiş. Konsere bir baterist, bir klarnetçi ve bir kontrbasçı ile çıktı. Konser kitapçığında geçen isimlerle, kendisinin anons ettiği isimler de farklı olunca adamcağızların adlarını da bilemiyorum tabii. 

Konser çıkışı az da olsa konuşabildik gruptakilerle. Yeni albüm 2012'de geliyormuş ve baştan sona caz olacakmış. Bekliyorum